Bir bakarsınız hafta bitmiş, bir bakarsınız beş dakika geçmek bilmiyor. Zaman, fiziksel olarak sabit bir ölçüdür ama zihin onu bambaşka şekillerde algılar.
Peki bu algıyı etkileyen şey ne? Ve neden bazı anlar, diğerlerinden daha uzun ya da kısa gelir bize? Beynimiz, zamanı doğrudan ölçen bir saate sahip değildir. Süre algısı, dikkatimiz, duygularımız ve deneyimlerimizle şekillenir. Heyecan verici bir buluşmada saatler su gibi akarken, bir bekleme odasında geçen on dakika bile sonsuz gibi gelebilir.
Araştırmalar, yaş ilerledikçe zamanın daha hızlı geçtiğinin hissedildiğini gösteriyor. Bunun sebebi ise oldukça ilginç: Çocukken her deneyim yenidir, her anı zihin detaylıca işler. Ancak yaş aldıkça günler birbirine benzemeye başlar; rutinler yoğunlaşır ve beyin yeni bir şey kaydetmediğinde “bu zaman dilimi kısa sürdü” gibi hissederiz. Aynı şekilde stres, kaygı veya tehlike anlarında beyin tüm dikkatini “şimdi”ye verir. Böylece bir olay sırasında geçen birkaç saniye, hatırlanırken çok daha uzun gibi hissedilir. Bu da neden bazı travmatik ya da çok yoğun deneyimlerin zihnimizde “yavaş çekim” gibi kaldığını açıklar.
Öte yandan, akış deneyimi dediğimiz durum-kişinin yaptığı işe tamamen odaklandığı ve zamanın farkına varmadığı hâl-aslında zamanla en sağlıklı ilişkilerden birini kurduğumuz andır. Çünkü o anda, geçmişin yükü ya da geleceğin kaygısı yoktur. Sadece şimdi vardır. Zamanı yönetemeyiz. Ama onunla olan ilişkimizi değiştirebiliriz. Günlük yaşamda farkındalıkla yaşamak, rutine minik yenilikler katmak, anı hissetmeye çalışmak… Bunlar zamanın zihnimizde bıraktığı izi değiştirebilir. Belki de zamanın hızı değil, bizim ona ne kadar “dokunabildiğimiz” önemlidir.
Mini Uygulama: Zamanı Hissetme Anı
• Bugün 5 dakika boyunca hiçbir şey yapmadan pencere önünde otur.
• Saatine bakma, sadece kuş seslerine, ışığa, geçen insanlara odaklan.
• Ne kadar sürdüğünü tahmin et ve sonra saate bak.
• Zaman senin için nasıl geçti?