Gazetecilikten emekli olan ancak zaman zaman yazdığı yazılarla meslekten kopmayan bir arkadaşımla sohbet ederken, söz döndü dolaştı meslek etiğine geldi. Son dönemde saman alevi gibi parlayıp aynı hızla sönen, ya da mesleğini başka işlere alet edip, çıkar peşinde koşanlardan, farklı algılanabilecek davranışlarda bulunan ve kişisel çıkarını kamu menfaatinin önünde tutan gazetecilerden şikayet etti, “Bu nedenle mesleği bıraktım. Artık ne heyecanı, ne zevki, ne de önemi kaldı” dedi.

“O kadar da değil” dedim. “Kendi mesleğimize sahip çıkıp, yüceltecek olan bizleriz. Her sepette çürük elmalar olabilir, onları da dışlayacak ve içimizde barındırmayacak olan da biziz..” diye devam ettim..

“Hangi birini dışlayıp, hangisini uzaklaştıracaksın kardeşim, çocuk yaştakiler bile öyle olmuş ki, gözleri fıldır fıldır dönüyor. Bizim zamanımızda edep diye bir şey vardı” dedi.

Sustum…

Ben susunca o devam etti ve bir anısını anlatmaya başladı..

“Biliyorsun daha önce İstanbul’da değildim. Çalıştığım şehirde çok gazete vardı. Hem ulusal hem de yerel. Ayrıca televizyonlar da vardı.. Hangi olaya gitsek onlarca gazeteci.. Erkek-kız, büyük- küçük, tecrübeli- tecrübesiz, koşturur dururduk. Heyecanlı ve zevkli günlerdi.. Aramızda mesleği öğrenip, kendine hedef koyan gençler de vardı, hava olsun diye yapanlar da.. Kimi gazeteciliğin verdiği avantajları kullanıp, kolay yükselmek, malk mülk sahibi olmak ister, kimi de sebat eder, emin adımlarla yürürdü. Bunlar arasında gözüme batan bir kız vardı. Daha doğrusu gittiğimiz her yerde davranışı ve konuşmalarıyla dikkat çekerdi. Defalarca uyardığımız, dikkat etmesini söylediğimiz halde değişmedi. Bildiği yoldan gitti. Anladık ki onun gözü gazetecilikte değil..”

Araya girdim, “Ne uğraşıyorsun abi, bırak yıkıldığı yere kadar gitsin, sana ne” dedim.

“’Sana ne’si var mı? İçimizden biri olarak görüyoruz. Dışarıdan bakan yanlış anlıyor..”

“Eeeeeee!.. Ne oldu peki?”

“Anlatıyorum.. Kız haber peşinde değil de, başka şey peşinde sanki. Haberini yaptığı her erkekle yan yana, kol kola, göz göze, diz dize fotoğraflar çektirip, bir maharetmiş gibi bir de onları yayınlıyor. Sonra bizlere de gösteriyor ‘Nasıl güzel çıkmış mıyım?’ diyerek..

Bir gün ticaret odası başkanının hediye ettiği kolyesini, bir gün üniversite hocasının verdiği yüzüğü, bir gün belediye başkanının hediyesi olan çantasını, bir gün gazete sahibinin aldığı gömleği bize gösteriyor, hem de hava atarak..

Onun bu hallerine hem kızıyor hem de üzülüyorduk. Çünkü bazı şeyler böyle başlar, sonu da pek iyi olmaz ama ona anlatamadık..”

“Ne diyeceksin abicim, her koyun kendi bacağından asılırmış, sen büyüklük görevini yapmışsın..”

“Tamam her koyun kendi bacağından asılır ama sonra da tüm mahalleyi kokutur.. Bu koyun hikayesini de sana bir başka zaman anlatırım..”

“Ne oldu kız sonra, merak ettim..?”

“Peki iyi şeyler olmadı. Bir süre sonra yerel bir televizyona geçti. Mini eteğiyle, göğüs dekoltesiyle şov yapıyordu, sunduğu programlarda.. Bir gün duyduk ki televizyon sahibi ile basılmış..”

“Nasıl yani?”

“Nasılı var mı? Adam kızı götürmüş..! Öyle birini boş mu bırakırlar. Adam da pisliğin tekiydi zaten.. Kameraman görmüş bunları, çekim odasında.. Adam kameramanı işten kovdu, o da tüm şehre yaydı gördüklerini.. Tabi kızın adı çıktı bir kere.. Herkes peşinde dolanıyor.. Zaten yollu biri.. Dayanamadı buraya geldi..”

“Nereye, İstanbul’a mı?”

“Evet..! Küçük bir televizyonda iş bulmuş.. Bir iki defa şov programlarında gördük.. Aynı görüntü, aynı davranışlar.. Sonra bir dizi filmde telekız rolünde gördüm tesadüfen. Ertesi gün arkadaşlara anlattım ‘Bizim Yeşim işi büyütmüş’ dedim.. ‘Günaydın’ dedi biri, Meğersem herkes benden önce duymuş..

Neyse sözü fazla uzatmayayım. Kız aniden ortadan kayboldu. Uzun süre ne bir gazetede adını, ne de bir televizyonda gördük kendisini.. Buraya gelmeden önce konuştuğum arkadaşlardan biri, ‘Yeşim kendini umuma açmış. Polis muhabiri arkadaşlardan biri ahlak bürosunda görmüş ama tanımamazlıktan gelmiş’ dedi.. Birden içim buruldu. Üzüldüm.. Ama elden ne gelir.. Baştan belliydi böyle olacağı. Bu nedenle yeni yetme gençlere dikkat ediyorum, yollarını iyi seçsinler diye.. Yalancı samimiyetlere, yılışıklara, sırtlarını, saçlarını okşayanlara, sarılanlara, öpenlere, hediye verenlere dikkat etsinler diye.. Çünkü her şey böyle başlıyor bazı şeyler için… Hele ki bizim mesleğimizin özgürlüğüne ve rahatlığına hiç kanmasınlar istiyorum. İnsanın adı çıkmasın bir kere…!

“Haklısın, doğru söze ne denir..! Ama sözden anlayan kim, taş mutlaka başa düşecek ki anlayacaklar, hanyayı konyayı...

(Tuncay DAĞLI)