Hayat, iki temel olguyu bizlere sunar: müdahale edilemeyen, denetlenemeyen, irade dışında akan bir hayat ile fark edilen, algılanan olduğu varsayılan hayat. İşte tiyatro, bu varsayımı ve bu varsayımın içindeki ilişkileri ele alarak bütün bunları bize yeniden sunar. Böylece, hakikatte kurmaca olan her şeyin kurmaca olarak telakki edilmesinin yolu açılır. Çünkü tiyatro gibi biz de biliriz ki bir oyun belli bir zaman diliminden sonra bitecektir. Onu hiç kimse sonsuza kadar devam ettiremez. Bu nedenle tiyatro maşerî ruhun yaratıcısıdır. Tiyatro sanatının en önemli özelliği, bütün güzel sanatları içinde barındırması ve onlardan sonuna kadar yararlanmasıdır. Bir ressamın, müzisyenin, heykeltıraşın ortaya koyduğu sanat eseri, tiyatro sahnesinde özgünleşir ve özgürleşir ve tiyatro sanatının izin verdiği oranda izleyiciye sunulur. Bu sunum esnasında, tamamen kendi sınırlılıkları esas alınır.

İnsanı dört farklı cepheden kuşatan tiyatro, hem insanın kendi gerçeğinin gerçeğimsi dünyasını, hem de yaşadığı hayatını yeniden gözden geçirmesine yardım eder. Bu yönüyle insan farklı hayatlar hakkında belli bir kanaate sahip olmaktadır. Tiyatroda söz, hayatın içinden ve hayata ait olup hayattan aldıklarını, kendi biçimlemesi ile tekrar hayata aktarır. Sadece bilineni ve açıkça ifade edileni değil, hayal edileni ve hissedilip dile getirilmeyeni de tiyatro dile getirir. Bu açıdan bakıldığında tiyatro, hayatın dıştan bakılanından çok, iç dünyasını ve görünmeyenini de ele alması bakımından önemli ve dikkat çekici bir iletişim alanıdır. İletişim arayışlarının arttığı bir dönemde, karşılıklı konuşmanın gereklilikleri ve konuşma ihtiyacı büyük önem kazanmaktadır. Her türlü teknolojik gelişmeye karşın, bir iletişimsizlik bunalımı yaşayan insanoğlu, tıpkı ilkçağlarda olduğu gibi söz yerine işaret kullanır oldu. Böyle bir dönemde, karşılıklı konuşmanın önemi ve gerekliliği gün geçtikçe daha önem kazanmakta, bunun çaresi olarak da tiyatroya ihtiyaç duyulmaktadır. İletişim yoksunu ve iletişimden habersiz insanlar, bu sorunlarına çare aramakta, özellikle ilköğretim çağındaki çocukların teknolojinin esiri olarak iletişimden koptuğu görülmektedir. Âdeta makineleşen, birbiriyle kopuk bir sosyal ortam içerisinde yaşayan çocuklar, dili etkin ve verimli kullanamadıkları için hem sosyalleşememekte, hem de iletişim yoksunu bireyler haline gelmektedirler. Böylece dil unutulmaya, dille birlikte insanın insanlık yönünün kaybolmaya başladığı görülmektedir. İşte tam bu noktada tiyatronun iletişimdeki rolü ve etkisini ortaya koymak yararlı olacaktır. Tiyatro, hayatı esas almakla birlikte, var olanı olduğu gibi yansıtmaz. Sözgelimi sahnede oyuncular, bir evde veya sokakta yürüdükleri gibi yürümezler. Oyuncu, tiyatro sahnesinde canlandırdığı rolü, bir heykeltıraşın yaptığı gibi yeniden biçimlendirip onun bazı yönlerini ön plana çıkararak sergiler. Bu yönüyle de heykeltıraştan yararlanmış olur. Şurası muhakkak ki yapılan bir heykel, hiçbir zaman aslının birebir aynısı değildir ve olması da zaten beklenmez. Sadece, yansıma, benzetme veya taklitten ibarettir. Tiyatro sahnesinde de rol, benzetme ve yansıtmadır. Hayat, çeşitli tablolardan oluşmaktadır. Bu tabloların her biri bir resim sanatçısının tablosuna yansırken nasıl farklı bir anlam ve değer kazanırsa, aynı tablo bir tiyatro sahnesinde benzer şekilde yeni bir değer kazanır. Resimle tiyatro sahnesi arasındaki tek fark, birinde görüntü hareketsiz, diğerinde canlı tablolar şeklindedir. Ressam, eserinde bakış açısına büyük önem verir ve tablosunu bu açıya uygun olarak oluşturur. Renklerin kullanımı, ifadelerin oluşturulmasında bakış açısı büyük bir öneme sahiptir. Tiyatro oyunlarında da sahnenin düzeni bir ressam titizliği kadar olmasa bile, perspektife önem verilerek oluşturulur. Sahnenin fonu, ışıkların durumu oyuncuların kostümleri ve onların renkleri, yüz ifadelerini sağlayacak makyaj malzemelerinin seçiminde resim sanatından yararlanılır.Dil, temsil aracı olarak karşımıza çıktığı durumlarda, kimi zaman bireyin içinde bulunduğu sosyal konumu, ifade gücü, değer yargıları, anlayış dünyası, velhasıl insana ait bütün nitelikleri de belirlenmiş olur. Özel belirleyicilere ihtiyaç duymadan dil, bireyin taklit ederek yahut önceden oluşturulan bir özelliği kendine mâl etmesine de imkân tanır. Bu noktada, tarihin en eski dönemlerinden başlamak üzere dile ait her türlü değerlendirme ve ifade biçimlerinin bir somutlaştırması olan tiyatro, gerçekle insan ilişkilerini, insanla dil ilişkilerini ve gerçekle dil ilişkilerini sergilemesi açısından da oldukça önemlidir. Tiyatronun kavramsal karşılığı bir kenara bırakılırsa, işlevsel açıdan yönü ve etkileri bir insanın yaratıcı zekâsının ve sunma becerisinin önemli araçlarından biridir. Tiyatro, bir olay ya da durumu ortaya getirilirken gerçeğin ne olduğunu sorgular ve bu sorgulamada dil etkin olarak kullanılır. Hayat, bize iki temel olguyu sunar: müdahale edilemeyen, denetlenemeyen, irade dışında akan bir hayat ile fark edilen, algılanan olduğu varsayılan hayat. İşte tiyatro, bu varsayımı ve bu varsayımın içindeki ilişkileri ele alarak bütün bunları bize yeniden sunar. Böylece, hakikatte kurmaca olan her şeyin kurmaca olarak telakki edilmesinin yolu açılır. Tiyatro gibi hayatın da aslında bir oyun olduğu ve belli bir zaman diliminden sonra biteceği anlaşılır.