Ülkemizde sol ve muhafazakar kavramları yaklaşık bir asır boyunca insanımıza yanlış empoze edilmiştir. Kısaca birbirine tezatmış gibi gözüken bu iki görüşü irdelemek istedim. Sol kavramına, ülkeler kendi toplum yapısına uygun, kendi yaşam tarzına göre farklı anlamlar yüklemektedir. Örneğin, Birleşik Krallıklar'daki İşçi Partisi küresel kapitalizmi savunmuş, diğer tarafta “Zimbabve”  dünyanın en sosyalist ekonomisini gerçekleştirmiştir. Küba, Kuzey Kore'de aynıdır.

Rahmetli Bülent Ecevit konuşmalarında sık sık Türk solunu şöyle tarif ederdi. 'Türk solu diğer ülkelerdeki sol anlayıştan farklıdır. O ülkelerdeki uygulamaları bir şablon gibi getirip Türk toplumuna aynısını bir model olarak uygulayamazsınız.' Yani her toplun kendine has özellikleri, gelenekleri, görenekleri vardır. Bundan şunu anlıyorum ben. Ecevit, solun, Atatürk’ün de önem verdiği ve CHP altı okuna koyduğu milliyetçilik versiyonu olduğu, ulusalcılık fikrini önemsenmesine vurgu yapıyordu. Yine bu şablona bizim ülkemizde uymayan, toplumumuzda ekseri çoğunluğa yanlış angaje edildiği gibi Türk solunun dinsizlik anlamına, din dışılık anlamına gelmediğini vurguluyordu. Dinimizde kötü, pis ve ahlaksız kabul edilen her ne varsa, aslın da solla özdeşleşir. Başkasının hakkını yememek, haksızlık yapmamak, yalan söylememek, güçsüze sahip çıkmak, alt sınıfları desteklemek, adil bir ticaret hem “sol” düşüncemizde hem de” Müslümanlık dinimizde” kabul görür.

Sol ne kadar yanlış yorumlanıyorsa, muhafazakarlıkta ülkemiz de bir o kadar yanlış olarak yorumlanmaktadır. Muhafazakarlık, koruyup sahip çıkmak demektir. Nasıl malınıza, mülkünüze sahip çıkıyorsanız, değerlere, geleneklere de sahip çıkmak zorundasınızdır. Din demek muhafazakarlık demek değildir. Dinimiz bunun dışındadır. Dinimizin zaten değişmez kuralları vardır. Dini kurallar kökten değişimi ret eder. Ona inananlar, onu olduğu gibi kabul eder ve değiştirmeden uygularlar.

Muhafazakarlık, güzel olan geçmişine sahip çıkmaktır bence. Misafire kolanya tutmak, lokum ikram etmek, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmamak verilebilecek güzel örneklerdir. Yoksa muhafazakarlık köyde edindiğin geleneklerini şehirde aynısını yaşatmaya çalışmak olmadığı gibi, uzun eteği hemen çıkarıp minisini giymek veya sadece başörtü takmak da değildir.

Sonuç olarak sol, Fransız İhtilalı'ndan sonra ortaya çıkan parlemento da özgürlükçülerin halkçıların destekçileri genellikle başkanın  koltuğunun sol tarafında oturmaları, zenginleri burjuvaları destekleyenlerin sağ tarafta oturmaları ile ortaya çıkan bir kavramdır. Şu an da bu açıdan bakılmalıdır.

Sen, haksızlık yapanların zalimlerin karşısın da mum gibi durmayıp, kendin gibi durabiliyorsan solcusundur, toplumsal ahlaka, musikiye, sanatına dini kullanmadan vecibelerini yerine getirip  sahip çıkıyorsan o kadar muhafazakarsın. Her ikisini birlikte yapabiliyorsan bu ülkenin sol muhafazakarısın. Toplumun bu gerçeğinden uzak solcuların uzun vadede başarı sağlayamayacağı gibi, ayni gerçeklerden uzak muhafazakarlar da başarı sağlayamayacaktır. Her ikisini sentezleyip hayata geçirebilenlerin daha başarılı olabileceği gözlemlenmektedir.

Yoksa şimdilerin moda değimi ile ne “Sol” biter, ne de zannedildiği gibi” muhafazakarlık” örf adet biter. Sadece ve sadece bu kavramları içselleştiremeyenler biter.

- - - - -