Geçtiğimiz günlerde vatandaşın biri ziyaretime gelmişti, daha doğrusu habersiz çat kapı düştü. Siyasetin içinde olduğunu ve siyasette bir koltuk kapma telaşı içinde olduğu her halinden belli olan bu tanıdık simanın neden, ne için geldiğini anlayamadım ama o direkt girdi konuya..

-Sence Hüseyin Özdemir nasıl biri?

-Valla, orta yaşlı, yakışıklı, sempatik, kafası çalışan biri bana göre..

-Orasını sormuyorum..

-Ya neresini soruyorsun?

-Siyasetçi olarak diyorum, bu işi götürebilir mi sence?

-Hangi işi?

-Yahu hangi işi olacak ilçe başkanlığını?

-Neden götüremesin ki? Şimdiye kadar nasıl götürmüşse öyle götürür.. Bir adama bir koltuk teslim ediliyorsa, onu oraya layık görenlerin vardır bir bildiği..

-İyi diyorsun yani.. İyisine kötüsüne ben karar veremem, ben gazeteciyim, yazmam gerekeni yazarım, gerisine karışmam, siyaset başkasının işi..

-Ama bana kalırsa oraya layık değil, ondan daha iyileri var..

-Olabilir, siyaset aynı zamanda bir yarıştır, daha iyileri varsa, onu da onlar değerlendirsin, ben karışmam..

-Mehmet Deniz’i nasıl buluyorsun peki?

-Ne zaman telefonla arasam karşımda, ne zaman yanına gitsem yerinde, bu konuda hiçbir sorun yaşamıyorum..

-Bulacaksın elbet, sen gazetecisin ama ben onu sormuyorum, siyasi niteliği açısından diyorum, partiyi iyi temsil edebiliyor mu?

-Neden etmesin ki? İşini gayet iyi yapıyor.. Bence çalışkan ve becerikli biri, imajı da düzgün..

-Hıııımmmm!.. Peki Şükrü için ne diyorsun?

-Hangi Şükrü..?

-Yahu hangi Şükrü olacak, Belediye Başkanı..!

(Adama bak, sanki göbeğini kendi kesmiş gibi “Şükrü” diyor, koskoca belediye başkanına?)

-Hangi manada sordun? Anlayamadım…

-Hangi manada olacak, sence o koltuğa layık biri mi?

Haydaaa! Soruya bak, hizaya gel..

Abi, layık ya da değil, şimdi ben öyle de desem böyle de desem doğru olmaz. Ben gazeteciyim. Gördüğüm yanlışları da doğruları da yazarım, iyileri de kötüleri de topluma gösteririm, yorumu halk yapsın. Seçim zamanı da gider oyumu veririm. Ben siyasetçi değilim, gazeteciyim.. Yani olayları gözler, insanları dinler sonra da gerek duyarsam yazarım..

-Peki Sedat Özsoy olayına nasıl bakıyorsun?

-Ne olayı? Sedat Başkan bir olaya mı karışmış?

-Birader sen de benimle kafa mı buluyorsun? Diyorum ki AK Parti, MHP, CHP, hepsinden aday olacak gibi duruyor.. İnsan birinde karar kılar..

(Adam sanki merkez karar verme organı gibi, kimin nasıl, nerede duracağına, kimin ne yapması gerektiğine kendi karar veriyor ve bana da onaylatmaya çalışıyor.)

-Neden kafa bulayım arkadaş, ben Sedat Başkanı severim. İyi, hoş adam. Halk tarafından da sayılıp, seviliyor. Bana göre Sarıyer’e emek vermiş, değerli biri. Siyasi yolunu da kendi seçecek konumda.. Ona şöyle yap, böyle yap demek nezaketsizlik olur..

Sustu…! Sonra bir başkasına geçti..

-Dr. Cengiz’e ne diyorsun?

-Hangi Cengiz. Alp mi, Tamer mi?

-İkisi de.. Siyasi gelecekleri var mı sence?

-Olmaz olur mu, ikisi de adam gibi adam.. Sarıyer onlardan iyisini mi bulacak?

-Yahu sen de kimseye kötü demiyorsun, yok mu bunların bir yanlışı, yamuğu..

-Sana bir şey diyeyim mi, asıl yamukluk kimde biliyor musun? Adam olmayıpta adam görünmeye çalışanlar da, bir b.ktan anlamayıpta anladığını sananlarda, sağda solda dolaşıp, ondan bundan topladığı lafları, başkalarına satarak yaranmaya çalışanlarda, kendi düşündüğünü başkasına söyletmeye çalışarak, ağzından laf almaya çalışan sahtekarlarda… daha sayayım mı?

Sustu…!

-Hadi bana müsaade, zamanını aldım, kusura bakma, dedi ve gitti…

***

ASIRLAR ÖNCESİNDEN GELEN UYARI

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in kayınbabası Şeyh Edebali tarafından yapılan, günümüz yaşamında daha da önem kazanan insan kişilikleriyle ilgili yorum ve uyarılar, ilişkilerimizde ne kadar çok dikkat etmemiz gerektiği konusunda yolumuzu aydınlatıyor.

"Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün” demiş, Edebali, doğru söylemiş, akıl versen aklını beğenmez, yol göstersen yolundan gitmez, üstüne üstlük bir de senin üstüne çıkmaya çalışır,
“Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün” diye eklemiş.. Saygısız biriyle hiçbir ortam paylaşılmaz, hiçbir tartışmaya girilmez, yüreğini tüketir insanın...
“Aç gözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün” sözünün değerini ise, böyle insanlarla aynı masaya oturmak zorunda kalanlar çok iyi bilir. Mesela ben böyle durumları çok yaşadım, yanımda oturanın davranışından duyduğum utançla masanın altına giresim geldi bazen..
“Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün” diyen Edebali, sanırım, şehirde dağ hayatı yaşayan ehlileşmemişleri kastemiş.
“Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün” diyerek de, halden anlamayanların nasıl bencil bir yaşam sürdüklerini, ne açın, ne de zayıfın halinden anladıklarını anlatmış, büyük düşünür..
“Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün” sözüne katılmamak mümkün mü. İçi boş tenekelerin ne kadar çok konuşsa da işe yarar bir kelime söylemediğini bilmeyen mi var?
“Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün" demiş bir de Edebali. Çıkar için her koşulda ve her yerde iki büklüm olanların, nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilenlerin yaşadığı bu dünyada mertlik kim, dostluk kim?

Bunları yüzyıllar öncesinden görmüş, yaşamış ve uyarmış Şeyh Edebali.Bir de bugünleri yaşasaydı acaba neler eklerdi sözlerine.. Belki de “insanlık ölmüş, uğraşmaya gerek yok” der, geçerdi..