Ülkemiz önümüzdeki seçimler “yerel seçim” de olsa, uzun süredir seçim atmosferinde. Gazetemizin web sayfasında Kasım ayında “aday adayları” konusunda bir yazım yayınlandı. Yerel seçime katılacak adayların kesinleşmesinin seçmenle ilgisi yoktur, aday adayları seçmene reklâm yapmasın, çevreyi de, astıkları afişlerle kirletmesinler demiştim, bu yazıda. Demek Kasım 2013’te her partinin aday adayları kıran kırana adaylık yarışındaydılar. Sonra 17 Aralık denilen olay yaşandı ve ülkenin gündemi, gündemle beraber hukuk sistemi, yargı, siyaset ve demokrasi kurallarıyla ahlâk anlayışı ve tüm toplumsal kurallar alt üst oldu; daha doğrusu alt üst edildi. Paralel yapı nedir, kimdir, iktidarla ne tür bir hesaplaşma içindedir, bizler şaşkınlıkla bakınırken; savcıların, hakimlerin, polislerin… yüzlercesi görevden alınıp, oradan oraya sürüldü. Bu insanların paralel yapının adamları olduğu, nasıl bu kadar kesinlikle biliniyordu? İşlendiği iddia edilen suçlar neden mahkemelere intikal etmedi? Sürülenlerin yerine getirilenler kimin ya da hangi yapının adamı peki? Bu gün adaleti kim temsil ediyor? Sürülen savcıların yürüttükleri yolsuzluk dosyaları ne olacak, hasıraltı mı? İşler bu noktaya gelirse, kimin hukuka, adalete güveni kalır ki?

17 Aralık ve ardından Başbakanın estirdiği şiddetli fırtına ile başlayan idari uygulamalar kısa sürede iyice aksayan hukuk sistemini çökertti. Artık “Bağımsız Yargı”dan söz edemiyoruz. Çalıp çırpmayla, soygunla suçlanan, bakan kademesindeki kişilerle, oğullarının iftiraya kurban gittiklerini, başbakan meydanlarda ilân etti! Kendi oğlu da iftira kurbanı(!) olduğundan savcılığa ifade vermeye bile gitmedi. O gün bu gün tüm ülke “paralel devlet” denilen bir kavramla yatıp kalkıyor. Düne kadar iktidarla iç içe, kol kola, can cana olduğu anlaşılan bu paralel yapının ihanetini(?), Başbakan seçim malzemesi olarak kullanmayı sürdürüyor. Suçluyor, yargılıyor, cezalarını veriyor. Ama savcıların yürüttükleri yolsuzluk dosyalarında, hırsızlıkla, rüşvetle, akıl almayacak büyük paralar yemekle suçlanan kişiler mahkemelerde yargılanmadan, meydanlarda edilen bu laflar boşlukta kalmaya mahkûm. Bu kişiler mutlaka mahkemelerde yargılamalıdır. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” Ne olup bittiği mahkeme kararlarında yazılmalıdır. Başka türlüsü kamu vicdanını rahatlatmaz. Ne meydanlarda, ne de iktidar partisinin seçim kazanmasıyla hiçbir suç aklanamaz.

Başbakan meydanlarda bağırıyor: “Ne seçimi?.. Biz belediye başkanı, muhtar falan seçmeyeceğiz!.. Bu seçimlerde biz, vatan hainlerine derslerini vereceğiz!..” Bu sözler ülkeyi ikiye bölme ifadesidir. Başbakanlık makamında bulunan kişi; tüm ülkenin, tüm vatandaşların başbakanı olmak için oradadır. Bir başbakan, kendi partisine oy verenler bir yanda, vatan hainleri öte yanda anlayışını nasıl dile getirir? Seçimlere katılan birçok siyasi parti var. Bu anlayışa göre, kendi partisine oy verenlerin dışındaki insanların hepsi “vatan haini”. Kesinlikle kabul edilemez bir anlayış. Çok ağır, çok ciddi ve tehlikeli bir suçlama bu.

Oysa biz seçmen olarak bu seçimlerde belediye başkan adaylarının ‘Belediyecilik Anlayışlarını’ bu anlayışlarını nasıl hayata geçireceklerini duymak ve tartışmak isterdik. Yani, daha iyi yaşamanın,  yaşam kalitemizi artırmanın, çocuklarımız için yaşanabilir şehirler, kasabalar ve köyler oluşturmanın peşinde olmak isterdik, istiyoruz. Doğanın ve ekolojik dengenin korunmasını, ülke zenginliğinin daha güzel bir dünya için kullanılmasını soruşturabilmek isterdik, istiyoruz. Yani belediyecilik anlayışında bir adım ileri gitme yarışı olmalıydı bu seçimler. O nedenle de meydanlarda parti genel başkanlarını değil, belediye başkan adaylarını görmek isterdik. Onların vizyonlarını anlamak, oylarımızı ona göre kullanmak için. Bölge, yöre, din, inanç, etnik köken, kültür olarak büyük bir çeşitliliği barındıran ve bu nedenle mutluluk verici bir zenginlik, çeşitlilik ve kültüre sahip ülkemizin insanları, yani bizler; daha iyi yaşamayı hak ediyoruz. Şiddeti, düşmanlığı ve savaşı değil.

 

RezanÖzger

www.rezanozger.com