Ben Senem Vatandaş. 20 yıllık iş hayatımda özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum. Uzun bir süredir de farklı alanlarda kendimi yetiştirmeye odaklandım. Corona virüsünden etkilenmeyenimiz yoktur. Bizleri, dünyadaki tüm insanların ellerini sadece sabunla yıkayarak uzaklaştırabilecek kadar basit bir virüs, evlerimizde kalmaya mecbur bıraktı..

Aslına bakarsanız çok özel bir zamana tanıklık ediyoruz hep beraber..Yani böyle bir durum, özellikle tüm dünya ülkelerinin etkilendiği bir durum kaç yüzyılda bir yaşanır..  bir düşünün.. Evde kaldığımız bu süreçte, biraz düşüncelerimize bakalım istiyorum. Belki duymuşsunuzdur, düşünce büyü gibidir, hani düşündüğünü yaratırsın diye.. Aslında bu durumu hep beraber yarattık, yani hepimiz bir şekilde düşüncelerimiz ile evde kalmayı istedik ve yarattık.

Nasıl mı? Kendimden örnek vereyim. 7 yıldır hiç tatil yapmadan hani 1 hafta izin alırsın deniz, kum, güneş tadını çıkarırsın ya, işte öyle bir tatil yapmadım. Yani 1-2 günlük kaçamakların ve resmi-dini tatil günlerinin dışında bir dinleneyim zihnimi durdurayım deyip de tatil yapamadım. (Dini bayramlar aile ve akraba ziyaretidir benim için, yani aranızda geçen kurban bayramı uzundu onda tatil yapmışsındır unutmuşsun sen diyen varsa) Ve yoğun iş temposundan, seyahatlerden biraz uzaklaşmak ve dinlenmek istedim. Hafta sonların var demeyin çünkü onlarda da eğitim ve uygulama dersleri ile geçiyor. Ayrıca kaç yıl önceden olduğunu hatırlamadığım çekmecelerdeki yazıları veya giysi dolabımı artık bir toplayayım istedim. En önemlisi de alarm olmadan sabahları uyanmak istedim, vücudumun hadi kalk artık doydun uykuya demesini istedim:) Tabii ki bir virüs olsunda ondan sebep evde kalayım istemedim (ki henüz 1 haftadır evdeyim) lakin benim gibi farklı sebeplerden hepimiz bir şekilde evde kalacak bir yaratım yaptık ve şu an sonuçlarını yaşayarak deneyimliyoruz.

Düşünce gücü ile ilgili başka bir örnek vereyim; 1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışarıdan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı=düşündüğü (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür. (Kaynak: Bernard Werber, ‘İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi’)

Şimdi düşünme sırası sizde, hangi düşünceniz veya düşünceleriniz evde kalmanıza sebep oldu, sizin hikayeniz nedir, bekliyorum..

Sevgi ve sağlıcakla kalın,

- - - - - - -