Türkiye'nin ilk enstalasyon sanatçılarından olan ressam ve tiyatro oyuncusu Alev Cınbarcı çağdaş sanatla ilgili önemli tespitlerde bulundu.


Tiyatrocu ve ressam Alev Cınbarcı Thapz Sanat'a yaptığı röportajda sanata dair her şeyi anlattı. "Çağdaş sanata ilgi duyan gençler öncelikle cesur olsun" çağrısı yapan Cınbarcı, başarı formülünü "Cesaret- bilgi-disiplin" olarak özetledi. Fotoğraf ve serigrafi sanatçısı bir baba ve tiyatrocu bir babaanneyle büyüyen Alev Cınbarcı, genlerine işleyen tiyatro ile plastik sanatları Türkiye'nin ilk enstalasyon performanslarını sergileyerek buluşturdu.

11081093_1620676514828533_6451920774268769596_nÖzellikle Gezi olayları sırasında Taksim ve Beşiktaş'ta gerçekleştirdiği performanslarla dikkat çeken sanatçı, Ayla Algan ve Şahide Tekand'ın öğrencisi olarak profesyonel sanat hayatına ilk adımı sahnede attı. Ancak çocukluğundan beri içinde yanan resim aşkı onu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ünivesitesi'ne sürükledi. Üniversitede Erasmus programıyla gittiği İngiltere'de ise çocuklara sanat eğitimi verirken onların saf yetenekleri ile tanışıp şimdiki yolunu çizdi. 20 yıldır çocuklara, yetişkinlere ve hatta eğitimcilere yaratıcı drama ve plastik sanatlar programı uygulayan Cınbarcı, bu süreçte sosyoloji, felsefe okudu. Halen Yeditepe Üniversitesi Plastik Sanatlar bölümünde yüksek lisans yapıyor.

Bu cv'yi görünce akla ilk "Okumaktan sanata zaman bulamamıştır" düşüncesi geliyor ancak Cınbarcı aynı zamanda verimli bir sanatçı. 1992'den bu yana her yıl ulusal ve uluslararası birçok sergiye ve performansa katılan Cınbarcı, sanat anlayışını, Türkiye ve dünyada sanatın nereye gittiğini Thapz Sanat takipçileri ile paylaşırken, genç sanatçılara da ufuk açıcı önerilerde bulundu. Cınbarcı'nın deneyimlerinden süzüp aktardığı görüşleri şöyle:

Dünyada ve  Türkiye sanat nereye gidiyor?


Dünyada görüntü çöplüğüne, Türkiye'de ise intihara. Sanatta devrim şart. 1930'da yapılan işler bugün sanat diye tekrar ısıtılıp getiriliyor. Oysa insanlık Kuantum teorisiyle, fraktal geometri ile tanıştı. Günümüz gençliği artık sadece Türkiye değil dünya vatandaşı. Oysa sanatçı yetiştiren okullardaki hocaların çoğu henüz kübizmi bile anlayamamış durumda. Sınırlamalar kalkmalı. Sadece heykel, sadece resim, sadece performans yapmak diye bir şey olamaz. Sözünü söylemek için her sanat dalı özgürce biraraya gelmeli. Diyalektikle sanat üretilmeli yani izleyici bizzat sanat eserinin içinde yer almalı. Ancak bu özgür sanat için beklememiz gerekiyor. Siyasi içerik olmasa bile Gezi'den sonra hiçbir performansa sıcak bakılmıyor. Bu da Türkiye'de sanatın intihara sürüklenmesidir.

 Genç sanatçılar için hiç mi umut yok. Öyle bir kara tablo çizdiniz ki, kimse sanata yönelmeyecek?


Hayır öyle değil. Sanat yapmak engellenebilir ama sanatçı engellenemez. Ben bunu 20 yıllık egitimci olarak çok yakından gözlemledim. Sokak çocuklarıyla, tinercilerle ve varoşlarda çalışmalarım oldu. Yetenek varsa bu köyde, şehirde veya varoşta hiç fark etmiyor. İnanılmaz güzellikte çalışmalar yapan varoş çocukları oldu. Genç yeteneklerin önünü kesmek imkansız. Onlar mutlaka yolunu buluyor.

Peki bu genç yetenekler ne yapmalı?


2116_600_alev_c__nbarcÖnce cesur olacaklar... Kendilerini ifade ettikleri tekniği bulduklarında kim ne derse desin uygulayacaklar. Tabii sadece cesaret yetmez. Çok iyi araştırmacı olup sanat akımlarını siyasi tarihle ve hatta felsefeyle bağlantılı olarak inceleyip, yorumlayacaklar. Çünkü sanatın gelişimi siyasi tarihle çok bağlantılı. Örneğin Dünya savaşları Dada'yı, tüketim toplumunun doğumu Pop-art'ı yarattı. Siyasi tarihi takip edince gelecekte doğacak yeni sanat akımlarının tam göbeğinde olabilirler. Başarının son koşulu da disiplin. Bu niçin gerekli... Üretim yapacak zamanı yaratmak, bilgi donanımını tamamlamak ve verimli olmak için. Yabancı dil bilmek, uluslararası sanat faaliyetlerini takip etmek, teknikleri özgürce deneyip kişisel sanat dilini geliştirmek sadece disiplinli olunca mümkündür. Ama zaten özünde sanat yatan bir genç bunu doğal olarak uygulayacaktır.

Genç sanatçılar isimlerini nasıl duyurabilirler?


Bu sadece genç değil tüm sanatçıların ortak sorusu. Çünkü Türkiye şu anda sanatta Ortaçağı yaşıyor. Ünlü olmak yetenekten değil doğru zamanda, doğru yerde olmaktan ve reklamdan geçiyor. Ancak yine de ümitsizliğe kapılmamak lazım. Donanımı tam olan sanatçı eserine kimsenin kopyalayamayacağı özel imzasını atar ve heryerde fark edilir. Yalnız fark edilmekle para kazanmak alakalı değil. Ne yazık ki plastik sanatlarda eserleriyle geçinebilen sanatçı sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Onun için gençler mutlaka para kazanacakları ikinci bir iş yapmak zorunda. Bu konuda kesinlikle hayalci olmasınlar. Para kazanma sorununu çözdükten sonra da avangard çıkışlarla isim yapmaya başlarlar. Çağdaş sanatçılar seçtikleri eser diline göre heykel veya enstalasyon ise mühendislerle, bilgisayarcılarla, fizikçilerle çalışıyor.

Kimisi "Çürüme her yerde" deyip atık malzemelerle resim veya heykel yapıyor. Bir de sembolistler var. Kendilerini ifade eden imgeleri bulup resimlerinde sadece onları kullanıyor. Gençler bunlardan birini yada kendi gönül dilini kullanarak "bende varım" demeli.

Sanatta varım demenin kıstasları ne? Yani çok güzel bir eser yaratmakla var olunur mu?


Bu sadece hayalperestlerin rüyası. Tek veya bir kaç eser kesinlikle yetmez. Sanatçı verimli olmalı... Verim önce dikkat çekmek sonra da piyasayı doyurmak için şart. Verimli denebilecek bir sanatçı her yıl ortalama 15-30 arası eseri kapsayan bir kişisel sergi açar. Kolleksiyonerlerin ondan da öte kuratör ve galerilerin güvenmesi için yılda belli sayıda eser üretimi gerekiyor. Çünkü maalesef Türkiye'de beğendiği için resim satın alan kişi sayısı çok az. Resme yatırım aracı olarak yaklaşılıyor. Büyük şirketler tablo satın alıp vergiden düşüyor ve bir süre bekleyip tekrar satarak kar ediyor. Burada genç sanatçıların yanıtlaması gereken bir soru ortaya çıkıyor. Salon sanatçısı olup kolleksiyonlara mı girecek yoksa özgür sanatı mı seçecek? Bu sorunun cevabı para kazanıp kazanamayacağını da gösterecek.

 Peki sizin diliniz ne? Neyi, nasıl anlatıyorsunuz?


11071652_1620676501495201_2340264759752977014_nBana göre eser izleyicinin en ilkel sezgilerini tatmin etmeli. Bu sadece insanlar için geçerli değil. Sokak performanslarımda doğru kontrasla yapılmış işlerin kedi ve köpeklerin bile dikkatini çektiğini gördüm. Renk göremiyorlar ama siyah-beyaz dengesi tam olan eserleri fark ediyorlar. Ben izleyici ile birlikte üretmeyi seviyorum. Enstalasyonlardan sonra orada yaşadığım hislerle rölyef etkili resimler üretiyorum.

Rölyeflerimin hamurunu atık kağıtları suda çürütüp tutkalla harmanlayarak kendim yapıyorum. Tablo malzemelerinde de özgürüm. Esin kaynaklarım doğanın, ormanların, hayvanların katledilişine duyduğum tepki olduğu için, malzemelerim de ağaç yaprakları, kabuklar, mısır püskülü veya tahta parçaları olabiliyor. Onları koseptime uygun olarak tuvale sabitleyip kendi renklerimle tekrar yorumluyorum. Bu benim doğaya yapılan ihanete başkaldırım. Doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatıyorum.

 Yakında yeni eserlerinizi görebilecek miyiz?


Evet. 7-14 Nisan tarihleri arasında Beylerbeyi Sarayında bir karma sergide eserim olacak. Nihat Tokat'ın kuratörlüğündeki sergiye 92 sanatçı katılacak. Mekan öyle olağanüstüki orada bir de kişisel sergi açmak için çalışmaya başlayacağım.

Şimdiye kadar çok fazla sayıda performansınız oldu ama acaba en çok aklınızda kalanı takipçilerimizle paylaşabilir misiniz?


Trajikomik bir tane var. Gezi'de çadırların yakılmasından sonra Beşiktaş Abbasağa Parkında çocuklar, gençler, Almanya'dan gelen sanatçılar hatta ABD sefaret görevlilerinin katılımıyla uzunluğu 5 metre, yüksekliği 1.5 metre olan, içine girip yaşanabilen bir Koza heykeli yaptık. Üzerini herkes istediği şekilde boyadı. 1-2 ay parkta, kozanın içinde uyuduk. Ramazan ayıydı. Evsizler bile gelip kozaya sığınıyordu. Çok ilgi çektiği için BBC belgesel yapmak istedi. Ancak tam muhabirleri Türkiye'ye gelmek üzereyken heykel parktan kayboldu. Belediye bile nerede olduğunu bilmiyordu. BBC için yine Beşiktaş'ta Kadına Şiddete Hayır performansı yaptım ama o Koza heykelini merak ediyorum. Nereye gittiğini kimse hala bilmiyor.