Bugün Cumhuriyetimizin 97. yılını her ne kadar salgın hastalık nedeni ile alanlarda coşkulu bir şekilde kutlanmasa da, yüreğimizde yaşatmaya çalışıyoruz. Yaşasın yüreğimizde ki gerçek Cumhuriyet !

Atatürk, emperyalizme karşı kazanmış olduğu başarıların ardından adının telaffuz bile edilmeye cesaret gösterilemediği o günlerde, kısaca halkın kendi kendisini yönetme şekli anlamına gelen yönetim şekli olan Cumhuriyeti kurdu.

Zor şartlarda 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet sonrası da hiç şüphesiz kolay olmadı. Halifeliğin 3 Mart 1924'te kaldırılması ile toplumda büyük tepki vardı.  Hatta o dönem gazetelerde İstanbul'da Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşanın resimleri yayınlanıyor, Ankara'dan Atatürk'ten bir ses ve haber yayınlanmıyor, Mustafa Kemal'de 1927'ye kadar İstanbul'a uğramıyordu. Yani Atatürk yalnızlaştırılıyordu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1923-1938 yılları arasında tam 15 yıl da tüm devrimlerini hayata geçirerek çağdaş ulus yaratılmış demokrasinin alt yapısı hazırlanmıştı. Bugün baktığımızda bu kazanımlar bir bir harcanmış, tüketilmiş olduğunu maalesef gözlemlemekteyiz.

Emperyalizm savaşta kaybetmiş, ülkemizi işgal edememiş, ancak daha sonraki yıllarda savaşta kaybettiklerini para ile satın alacak konuma gelmiştir.1950'den sonra gelmiş geçmiş bütün iktidarlar oy uğruna bir çok şeyi har vurup harman savurmuştur. Bugün ekonomik bağımsızlığımız olmadığı için,  PKK terör örgütü, ABD desteği ile almış olduğu paramotorla Suriye'den gelip Hatay İskenderun'da ülkemize saldırabiliyor ve biz ekonomik olarak ihtiyacımız olduğu için ABD'ye ses çıkaramıyoruz. Herhangi bir Avrupa ülkesinde bu durum direk savaş nedenidir. Bugün Fransa'dan bir paramotor kalksa Almanya'nın herhangi bir şehrine terör saldırısı yapsa nerede ise 3. dünya savaşı çıkar. Bizim ülkemiz de sıradan bir olaymış gibi kanıksamış durumdayız.

Şekilcilik bütün kurumlara kök salmıştır;

'Bağımsızlık benim karakterimdir' diyen Atatürk’ün sözünü sosyal medyada bol bol paylaşıyor,  ancak ben ne kadar bağımsızım diye kendimizi sorgulamaktan uzak duruyoruz. Çünkü herkes içinde bulunduğu kurum tarafından, aç kalmak, işsiz kalmak tehditleri ile korkutulmuş, sindirilmiş ve susturulmuş durumda!

Cumhuriyete inanlar sorgulayandır. Kendimize soralım neyi sorgulayabiliyorum? Cumhuriyet soru sorandır. 'Bulunduğun ortam da ne kadar soru sorabiliyorum? Kendimi ifade etme cesaretim var mı? Ne kadar özgürüm?' diye bir sor kendine!

Benim anladığım, Atatürk Cumhuriyeti;

Al bayrağı eline salla, marş söyle, barış, kardeşlik, birlik mesajları yayınla, milli bayramlarda 5 dakika bir araya gel, Ata’nın huzuruna çık, bir saat sonra birbirini yiyecekmiş gibi söylevlerde bulunmak değildir benim anladığım Cumhuriyet!

Genelde ve yerelde, kamunun imkanlarını kullanarak, millet aç, sefalet içinde iken onların parasını, konserler, konvoylar, havai fişeklerle kutlamak değildir benim anladığım Cumhuriyet!

İçerden dışarıdan Atatürk’ün bitmeyen mirasını yemek, yiyip yiyip bitirememek, zaman zaman da utanmadan el altından dil uzatmak değildir benim anladığım Cumhuriyet!

- - - - -