Bu gün neo-kapitalizmin tüm dünyada dayandığı ekonomik temel inşaat sektörü. Ekonomiyi finanse eden sıcak para ile büyük projelerle sunulan inşaat sektörü, olağanüstü büyüklükte paraların ortada dolaştığı bir alan. En yüksek binalar, en büyük havalimanları, en büyük AVM’ler, denizleri doldurarak yapılan süper lüks yaşam alanları v.b.. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle çılgınca  sürdürdükleri bir yarış.

Ancak daha önce bu yollardan geçmiş ülkelerin yaşadıkları sürece bakıldığında, çıkışı olmayan, mutlaka tökezleyen ve altından büyük yolsuzluklar çıkan bir sistem bu. Sistem örgüsü içinde projelere onay verme yetkisi yürütmenin çeşitli organlarının elinde (bakanlıklar, belediyeler, imar müdürlükler gibi…) olduğu için de mutlaka bu makamlarda bulunan kişiler de bu yolsuzluktan pay alıyorlar. Bu gün yaşadığımız olay bu.

Çin’in Çengdu şehrinde yapılan olağanüstü büyük bir AVM projesinde bir Çinli’ye sorulan, “Neden bu kadar büyük?” sorusuna verilen yanıt, “Yolsuzluğun büyüklüğü ile alâkalı olabilir” olmuş. İnsanlar sistemi tanıyor, geçmiş deneyimleriyle olan biteni görüyor, ancak yönetime ve yürütmeye egemen olan politikacılar en ufak bir karşı çıkışa izin vermediğinden müdahale edemiyor.

Olaya global açıdan baktığımızda, öncelikle “demokrasi” insanlığın bu güne kadar bulabildiği teorik olarak en iyi ve hakkaniyetli bir sistem. Demokrasilerde “Yasama”- “ Yürütme”- “Yargı” birbirinden bağımsız çalışan ve birbirini denetleyen üç temel ayaktır. Yasama yetkisini seçimle oluşan meclis, yürütme yetkisini hükümet, denetleme yetkisini de yargı temsil eder ve kullanır. Yasalar mecliste tartışılarak oluşturulurken “sivil toplum” dediğimiz kuruluşlar da bu tartışmaya katılır. Değişik düşüncelerin ortaya konulması, tartışılması ile ortak doğruların oluşması, yanlışların onarılmasının sağlanması, demokrasinin erdemidir. Eğer ekonomik ve hukuksal sistem bir ülkede iyi kurulmamışsa, kurallar iyi işlemiyorsa birilerinin yolsuzluğa bulaşması kaçınılmazdır. Yolsuzluğa bulaşmaktan caydıracak olan tıkır tıkır işleyen sistemdir. Bu kuralları çiğner, sistemi âdeta plânlı bir şekilde aşındırır, kurumları görev yapamayacak hale getirir, kurumlara ve sisteme güveni sarsarsanız yolsuzlukları önleyemez, toplumun temellerine büyük zarar verirsiniz. Unutmamak gerekir ki hiçbir ülkede demokrasi kolay kurulmamıştır. Kuruluş süreçleri de, hem kısa değildir, hem de acılardan oluşan deneyimlerle örülüdür. Kişisel ya da kurumsal çıkar hesaplarıyla bu tür yolsuzluklara bulaşanların mutlaka ve mutlaka yargı önünde hesap vermeleri ve cezalandırılmaları gerekir. Kamu vicdanı bunu ister.

Tekelci kapitalizm veya emperyalizm, özellikle de Amerikan emperyalizmi ekonomik politikalarını komplo teorilerine oturtmuştur. Dünyada olduğu gibi bizde de ekonomi ve tabii politika buradan beslenir.

Politikacılar komplo teorilerini o günün toplumu için inandırıcı bir söyleme dayandırır. Politika zaten bir savaş alanıdır ve savaşlar ekonomik çıkarlar için politikacılar tarafından kurgulanır. Tarihte de böyle olmuştur, günümüzde de yaşıyoruz. Faiz lobisi, dış mihraklar, gayrı milli oluşumlar, paralel devlet gibi komplo teorilerini de tanıyoruz. Uzun zaman gündemimize taşınıp bizi oyalamış, ama bu arada pek çok acının yaşanmasına sebep olmuş siyasi paranoyalar bunlar. Isıtılıp gündeme sürülmesinin tek anlamı politikanın, yolsuzlukların üzerini örtmek için elinde başvuracağı başka bir şey kalmadığını ve kişisel hırsın neler yaptırabileceğini gösteriyor.

Oysa demokrasiye ve hukuk devletine sahip çıkılıp, yolsuzluk iddialarının yargıya taşınmasının sağlanması, demokratik kurumların gücünün ve yargı bağımsızlığının korunması, üzerlerindeki şaibenin kaldırılması, sistemin yolsuzluklara izin vermeyecek şekilde güçlendirilmesi gerekir. Demokrasi ve Hukuk Devleti, ekonomi, ticaret, kurumlar, bilim, sanat ve bireyler, toplumsal huzur ve güvenlik için elimizdeki tek güvencedir.

Rezan Özger

Ocak 2014 www.rezanozger.com