Taksim Gezi Parkı’nın ve ağaçların korunması isteği ile başlayan, giderek dalga dalga tüm yurda yayılan hareketi yayınlayan bir TV kanalında, mikrofonu başında beyaz bir yemeni olan yaşlıca bir hanıma uzattılar ve ne diyorsunuz olanlara diye sordular.

Heyecanla konuşmaya başladı; “ Ne diyem, ne dememi istiyorsunuz. Çocuklarım, torunlarım avuç içi kadar toprak görmüyorlar. Her yer beton. Bıktık biz bu betonlardan da betonun içinde yaşamaktan da. Geldim buraya direnişe katıldım, hava alacak bir yerimiz olsun, burası park olarak kalsın diye. Burası da beton olursa naparız, nereye gideriz.  Zaten maaşlar yetmiyor, bir çare bulmadılar, yaşamımızı zora koydular… Ben gelmişim 76 yaşıma, beni alsınlar ama ağaçlara dokunmasınlar. Onları çocuklarımıza, torunlarımıza bıraksınlar” dedi.

Gözyaşlarımı tutamadım.

Bu ülke askeri darbeler gördü, çok çeşitli hükümetler gördü, kabullenmesi çok zor olan koşullarda yaşadı. Ama insanlar son yıllardaki kadar büyük bir kuşatılmışlık ve baskı yaşamamıştı. Art arda alınan politik kararlarla yaşam alanlarına adeta saldırıldı. Kentsel Dönüşüm adı altında şehirlerin bellekleri yok edildi. İnsanlar mahallelerinden kovuldu. Değer verilen, korunsun istenen binalar yıkıldı.

1 Mayıs kutlamasına izin verilmedi,  19 Mayıs törenleri kaldırıldı. Özelleştirmeler, iki İstanbul daha hırsıyla üretilen akıl almaz projelerle doğa katliamları başladı.

3. havalimanı, 3. köprü projeleriyle kalan son ormanlarımızın, suyumuzun, havamızın yok edilmesi gündemde. Sayıları her gün artan HES'ler, derelerin, nehirlerin, suların özelleştirilmesi insanları adeta köşeye sıkıştırmaya başladı. Bilim insanlarının, şehircilik uzmanlarının, projeleri bilimsel açıdan inceleyip onaylayacak kurumların devreden çıkarılması, biyo-çeşitliliği koruma adıyla çıkarılan yasalarla doğanın özel sektörün emrine verilmesine kadar alınan kararlarla insanlar bunaltıldı.

Kararların uygulanmasına direnen insanların karşısına polis gücü ve şiddet çıkarıldı. Yapılmasına karar verilen hiçbir iş hakkında hiç kimsenin düşüncesi alınmadığı gibi dinlenilmedi de. Kamuoyu tamamen  bertaraf edildi. ‘Her şeyi en iyi ben bilirim’ kibriyle kararların önündeki demokratik engeller, karar kurumları da devre dışı bırakıldı.

Bizler, bu ülkenin insanları hiç bu kadar bunalmamıştık. Yaşamımıza, köyümüze, şehrimize, ormanlarımıza, sularımıza, havamıza, hatta yediğimize içtiğimize böylesi yaygın ve yoğun saldırı olmamıştı. Bu ülkenin güzelim doğası, verimli toprakları, kendine özgü bitkisi, ağacı, hayvanı, börtü böceği, yerlisi göçmeniyle kuşları, bütün canlılara yaşam sunan dereleri, nehirleriyle ve denizleriyle böylesi saldırıya uğramadı.

İkinci  bir boğaz gibi inanılmaz bir düşünceyle 3500 yılda oluşmuş doğanın düzenini tahribe,  ekolojik dengenin bu denli  yıkımına  kalkışılmadı, geleceğimize bu denli saldırılmadı.

Ve insanlar, yoğun baskı ve şiddete ve korkuya rağmen yaşam alanlarını korumak için direnmeye başladı.  Kendiliğinden meydanlara koşan bu ülkenin insanları; yaşamı, çevresi, köyü, şehri, ağacı, ormanları, suları, soluduğu havası hakkında söz ve karar sahibi olmak istiyor. Yaşarken güvende olmak, geleceğine umutla bakabilmek istiyor. Temel hak ve özgürlüklerine sahip olmak ve kullanmak istiyor. Ben kamu oyuyum, buradayım, ben de varım, sesimi duyun diyor. Tek kelimeyle DEMOKRASİ istiyor.

 

RezanÖzger

[email protected]

3 Haziran 2013